Bugün 28 Mart 2025 Cuma
  • Antalya14 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3734.508
    %0.07
  • Dolar
    37.9979
    %0.06
  • Euro
    41.0113
    %-0.47

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

EVDEKİ HESAP

24 Mart 2025 Pazartesi 17:53

Ülkemiz aslında 2015 yılından bu yana “olağanüstü şartlar” üzerinde geziniyor. O yılın Haziran ayında yapılan seçimleri Ak Parti kazanamamıştı ve koalisyon hükümeti kurulması gerekiyordu. Ancak bu olamadı ve seçimin yenilenmesi kararı alındı. Gizemi hâlâ çözülemeyen bir dizi kanlı terör olayının gölgesinde yapılan yenileme seçimini Ak Parti tekrar kazandı ve hükümeti kurmayı başardı.

2016 yılı apayrı bir kargaşaydı. Gülen Cemaati’nin kalkıştığı 15 Temmuz darbe girişimi, yepyeni bir dönemin kapılarını açtı. Ve bu darbe teşebbüsünden birkaç ay sonra, o güne kadar Ak Parti’ye en sert muhalefeti yapmış olan MHP lideri D. Bahçeli, “getir anayasa teklifini, başkanlık sistemine geçelim” diyerek Türkiye tarihinde yeni bir dönemin kapısını açtı. Sonrası zaten biliniyor, tekrara gerek yok.

 

Daha önceleri de çok yazdım, söyledim, Türkiye’nin 1990’lı yılları hakikaten berbat zamanlardı. Berbat, rezil, kanlı zamanlar… Televizyonu açardık ve haber bültenleri şöyle başlardı; “….. kırsalında çıkan çatışmada üç askerimiz şehit olurken, 16 terörist de silahlarıyla birlikte ele geçirildi!”. Ve ekranda ölmüş PKK’lilerin ceset görüntüleri. İkinci haber de şöyle olurdu; “yurdun çeşitli yerlerinde meydana gelen trafik kazalarında 28 yurttaşımız yaşamını yitirdi!”. Ve yine ekranda parçalanmış cesetler, yamulmuş arabalar, uçuruma yuvarlanmış otobüsler…  Tam bir kargaşa yaşanıyordu toplumda ve devlette. Cinayetler, suikastler, yargısız infazlar, katliamlar, köy boşaltmalar…  28 Şubat bu günlerde yaşanan ayrı bir saçmalıktı, toplumu tanımayan öngörü yoksunu askerlerin kaba kuvvet gösterisinden başka bir şey değildi. Ve bütün bunların üstüne, eli kanlı mafya şeflerinin “muteber adamlar” muamelesi gördüğüne tanık oluyorduk. Ve elbette büyük ekonomik krizler yaşanıyor, işletmeler batıyor, iş adamları intihar ediyordu. Özetle, kimse kimseyi dinlemeye ve anlamaya gerek duymuyor, gücü yeten gücü yetenin sesini boğmaya çalışıyordu.

 

Ve Türkiye 2000’li yıllara böylesine bitkin ve moralsiz girdi. Devlet yorgundu, millet yorgundu ve siyaset çaresizdi. İstanbul eski belediye başkanı Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti, işte böyle bir iklime doğdu. Muhafazakârdılar evet, ama “milli görüş gömleğini çıkardık” diyorlardı, “ yalan, yolsuzluk ve yoksulluk” ile mücadele edeceklerini ilan ediyorlardı, modern/demokrat bir dil kullanıyorlardı, Avrupa Birliği’ne sıcak sözler söylüyorlardı, toplumun farklı kesimlerine hitap eden bir üslup üzere konuşuyorlardı. Açıkçası yorgun Türkiye sığınabileceği yeni bir liman arıyordu ve bu yeni kadro, her haliyle Türkiye’nin bu beklentisine cevaz verecek gibi görünüyordu. Dindarlar, muhafazakârlar, Kürtler, köylüler, varoşlarda yaşayan yoksullar… Yani toplumun geniş kesimleri büyük bir umut ve iyimserlik besliyorlardı yeni dönemde. 

 

Ve 2002’de böyle olumsuz bir ortama umut olarak sahneye çıkan Ak Parti ve lideri Erdoğan, geçen 23 yıl içinde toplumun hiçbir kronik meselesine çare olamadığı gibi, kaygılı bir gençlik, servetinin hesabını bilmeyen bir azınlık ve ömrü boyunca çalışsa bile iki göz ev alamayacak kalabalıklar yarattı. Hukuk, adalet, demokrasi, parlamento, kuvvetler ayrılığı, kamu denetimi gibi kavramların çok büyük itibar kaybettiği bir dönem yaşadı/yaşıyor Türkiye. 2002’de büyük vaatler, umutlar ve beklentiler üzerine iktidar olan bu parti, artık gücünü ve motivasyonunu kaybetmiş, toplumsal desteği zayıflamış, neredeyse hiçbir vaadini yerine getirememiş olarak siyaset sahnesinden çekileceği seçim gününü bekliyor.

 

Bütün bunların üstüne, İstanbul Belediye Başkanı E. İmamoğlu meselesinde de görüldüğü gibi, güçlü rakiplerin siyaset dışı manevralarla oyun dışına atılmak istendiği bir sürece tanık oluyoruz. İktidar sözcüleri ne kadar “suç var, örgüt var, yolsuzluk var” diye konuşup dursalar da, toplumun genelini ikna edemiyorlar, yani “piyasa” diliyle söylemek gerekirse, “kamuoyu bu iddiaları satın almıyor”. Toplumun geniş kesimleri İmamoğlu olayını Erdoğan’ın en güçlü rakibini bertaraf etme çabası olarak yorumluyor. Ve öyle görünüyor ki iktidar kendi eliyle çok güçlü bir lider yarattı. Siyaset mühendisliği bu kez iktidarın aleyhine çalışıyor. Sanırım evdeki hesap çarşıya uymayacak.

 

 

 

Bu yazı toplam 437 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim