Bugün 12 Aralık 2024 Perşembe
  • Antalya11 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3041.835
    %1.75
  • Dolar
    34.8632
    %0.05
  • Euro
    36.5966
    %-0.60

Muharrem Yellice

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Muharrem Yellice

KENDİ DİYALEKTİĞİ İÇİNDE İSLÂM’A BAKIŞ

10 Aralık 2024 Salı 08:03

Selçuklu, Timur, Babür, imparatorluklarının sonuncusu olan, Müslüman Türk imparatorlukların  atisi  olan  Osmanlı İmparatorluğu 1918 yılında yıkıldı. İstanbul işgal edilip Padişah’ı esir alındı. İmparatorluğu’n toprakları muzaffer İngiliz ve Fransızlar tarafından paylaşıldı. Bereketli Hilâlde ‘deki Arapça konuşan Osmanlı vilâyetleri, Irak ve Filistin İngilizlere, Suriye Fransızlara verildi. Fransızlar, Suriye’den bir Devlet daha çıkardı bu devlete Ürdün dediler. Ürdün’de ikiye bölündü bu yarımın diğer parçası Filistin  adını aldı.  Bu topraklar şimdi cehennem gibi yeniden Peygamber bekliyor. Osmanlı’dan ayrılan Arap Müslüman topraklarında, sömürgeleşen bu devletler oluşurken, Anadolu’da Müslümanlık adına değil, Türklük adına yeni bir devletin kurulması adımları Mustafa Kemal tarafından atıldı. Bu adımlar Laik, milliyetçi, modern yolları benimseyen, Emperyalizme karşı adımlardı ve başarılı oldu. Atatürk, 1922 de modernizmin önündeki engeli saltanatı kaldırdı.  1923’te Cumhuriyeti kurdu, 1924’ te Halifeliği kaldırdı. Hiç bir Müslüman ülkenin yapamadığı devrimleri hızlı bir şekilde başardı.

Halifelik, 632 Peygamberin ölümüne kadar uzanan Hükümdarlık sülalesinin sonucu olarak algılanır. 1517’de Halifelik makamı Osmanlı Türklerine geçti. Halifelik siyasi bir güç olarak, Osmanlıya bir şey sağlamamıştır.[1] Müslümanlarca Halifelik, Tanrı’nın yer yüzündeki gölgesi olarak algılanmıştır. İslâm’da  yer yüzü insanlığı, Tanrı’nın emirlerini Müslüman öğretilerine göre algılayıp, iman edenler vede iman etmeyenler olarak iki zıt şekilde algılanır. Halife iman eden ümmetin Tanrı adına temsilcisidir. Emirü’l müminin’dir.  Yani başkomutandır.

Müslüman  toplumlarda, insan örgütlenmesinin temel kuralı ümmet olmaktır. Ümmet, aynı inançta beraber hareket edebilme idealidir. Sosyolojik gerçekliğe göre, insan örgütlenmesinin temel birimi millet olabilme aşamasıdır . Devlet, Mille  olarak örgütlenmiş yapıdır. Müslüman toplumlar , 1918’den sonra   Devletlere bölünmüş dini yapılar haline gelmişlerdir. Bu yapılar emperyal efendiler, İngilizler ve Fransızlar tarafından oluşturulmuştur. Araplar etnik kimlikle değil, dini algı ile   hareket etmişler fakat kabile algısından kurtulamamış, Arap kimliğinde birleşememişlerdir. Peygamber ve Halife Ömer zamanında  milli gayretler olsa da kabile ve yerel algılar baskın gelmiştir. Dört Halife devrinde Ali  ,  Osman kavgasında Emevî sülalesi baskın çıkmış, Kurulan Emevî Devleti 751 yılına kadar yaşamış, bir kolu da 1492 yılına kadar Liberya’da devam etmiştir. Halife Osman zamanında Emevî Arap orduları Türkistan’ı kana bulamış, Semerkant ve Buhara  kan gölü haline gelmiş, Semerkant  ve Buhara’yı sulayan Zer Avşan nehrinin Türk kanı ile debisi yükselmiştir.

Halife Osman Orduları  Kafkasları aşarak Yahudi Hazar Türklerinin  önemli bir şehri olan Belencer denilen yerde 652 de Hazar Türklerine saldırmışlar, bu saldırıda Halife Osman, büyük kayıplar vermiş, genel kurmay başkanı öldürülmüştür. Büyük bir Türk tekmesi yiyen Halife orduları geri çekilerek ordularını Malazgirt’e mevzilenmişlerdir.

Bütün bu saldırılardaki  Amaç, Arap kimliğinin hakim kılınması değil, Ümeyye oğullarının hakimiyeti ve  yağmadır. Arap kimliğinin ikamesi için Halife Ömer Mücadele etmiş ve şöyle demiştir.” Soyunuzu öğrenin, ve kendilerine kim oldukları sorulduğunda, “ Ben falanca yerdenim, diyen köylüler gibi olmayın.”[2]

Araplar ve Müslüman ettikleri  milletleri İlk yüz yıllarında  tek hükümdar ve tek toplum halinde yönettiler .İran asıllı Müslüman  Samanoğulları, ve Türk asıllı, Karahanlılar, Gazneliler Selçuklular  Arap Halifeye bağlı olarak yeni kimlikleri ile ortaya çıktıkları halde bile,  İslami Devlet idealini benimsiyorlardı. Bu devrelerde oluşan kültüre Arap kültürü deniliyor ,yazılan tüm eserler Arapça dili ile yazılıyordu. Halbuki Arap kültürü bünyesindeki Türk ve Fars kültüründen söz edilmiyor, Türk ve Fars kimlikleri Arap kültürünü kendi kültürleri zannediyorlardı. Modern zamanlara kadar Türk ve Fars kültüründen bir veri mevcut değildi. Avrupa’da yayınlanan haritalarda Türklerin yaşadıkları bölge, Türkiye olarak adlandırılsa da, bu coğrafya’ ya Türkçe , Cumhuriyete kadar hakim değildi. Araplar  ve Türkler 8 .asırdan itibaren Arapça yazılı önemli eserler ürettiler. Bu eserlerde Dil Arapça idi  ve insanlara bakış acısı Müslüman olmayan ülkeler kafir ülkelerdi. Kendilerini Türk , Arap ve Fars kimliği ile tanıtmayıp, Müslüman algısı etrafında birleştiler. 12 asra kadar bölgenin hakimi olan Araplar bu yüzyılda Haçlılar tarafından  kısa bir süreliğine tehdit edildi. 18. asırdan sonra haçlılar değişik bir şekilde gemileri ve silahlarıyla bölgede göründüler. Vehabi algısının  ve Arap dünyasının Osmanlıyı işgalci güç olarak  algılaması ile Osmanlı Devleti yıkıldı, Arap dünyası Batı emperyalizminin etkisi altına girdi. Müslüman ülke Osmanlı bakiyesi Türkler Atatürk’ün önderliğinde milli bir devlet kurmayı başardılar.

Batı ve Amerikan  emperyalizmine İslâmî tepki, kökten dinci örgütlerin çıkmasına sebep oldu. Kökten dinci hareket batı dünyasını kâfirler dünyası olarak algıladı. Bu algı emperyal sol algı ile beraber kemikleşiyor. Ve ikisini de aynı emperyal güçlerin yönetmesi muhtemel.

İslâm, bin beş yüzyıllık 1.5 milyon insanının dini ve kültürel farklılığını ifâde eder. Mekan bağlamında  İslam âlemi, Fas’tan Endonezya ya, Kazakistan ve Urumci’den Senegal ve Hindistan’a uzanan bir kültürel mozaiği ifâde eder. Antik uygarlığın,  Roma ve Anadolu uygarlıklarının Hristiyan bağnazlığı ile karanlığa gömüldüğü orta çağda, İslam yeni yaratıcı değerleri ile ortaya çıkıyordu. Bir inanç sisteminin kurumlaşması olan  İslam dini, Uzakdoğu dinleri olan Hinduizm, Budizm Taoizm gibi inançlara  kıyasla, Yahudilik ve Hristiyanlık geleneklerine daha uygundu. Dinsel metinlerindeki kutsi değerler ortaktı. Ortak kutsal mekanları Kudüs’tü. Bu üç  dinin inananları kendi dinlerinin üstün olduğu savı ile hep birbirleriyle sürtüşme ve savaş halinde olmuşlardır.

İslâm siyasî ve dinî olmak üzere iki boyutta gelişme göstermiştir. Siyasi yönden çok kısa zamanda  kabile yapısından İmparatorluk yapısına dönüşen bir oluşum geçirmiştir. Peygamber ve inananları tarafından örgütlenmiş bir dini topluk oluştu. Halifenin Tanrı adına kulları yönettiği emperyal bir dini olguyu hükümran oldukları coğrafyada geçerli kıldılar. Burada Peygamber iki yol izledi. Mekke’de bulunduğu  570- 622 yıllarında Pagan oligarşiye karşı örgütlü direndi. Medine’de 622-632 yıllarına devletin reisi olarak yönetti. Peygamberin mücadelesi direniş ve yönetim olarak iki safhada incelenebilir. Yönetim safhasında  hukuk gerekli idi. Bu amaçla yeni kurumlar oluştu. Kadılık kurumu ihdas edildi. Bunlar Tanrı adına karar veren kişilerdi. Tatbiki kadılık kurumu ile bir toplumu  Tanrı korkusu ile tümden yönetmek mümkün değildi.  Bizans’la temas ve Tebük savaşından sonra Bizans , Halife  Ömer zamanında Pers bürokrasi yapısı yeni Arap toplum yapısına adapte  edildi. Pers toplum örgütlenmesi Saka soylu Med İmparatorluğunun bakiyesidir.

Bu pagan örgütlenme İslâmi toplum örgütlenmesinde teokratik bir anlam kazanmış, Tanrı en yüce hükümdar olarak algılanmış ve bu algı   kadı , Şeyh-ül İslam vs. örgütlenmesi ile hayata geçirilmiştir. İslam toplumu, bu örgütlenme sonucunda kendisini kafirler tarafından baskı altına alınmış sömürülmüş bir insan topluğu halinde görünce , Allah’ın emri olan cihat fikri gelişmiştir.  Radikal islami rejimler oluşmuş, din sevgi unsuru olmaktan çıkarak kin unsuru haline gelmiştir. Bu algı İran’da, Sudan’da Mısır’da,  Afganistan ve Mısır’da  tehdit haline gelmiştir. Türkiye’ye kıvılcımları sıçrayan bu hareketler Atatürk aydınlığı ile etkili olamamıştır.  Bu tehlikeli virüs , topluma bulaşmış,  fakat etkili olamamıştır. Bu virüs kendileri gibi düşünmeyenleri Tanrı’nın düşmanları olarak algılıyor, Tanrı adına kan döküyorlar. Tanrı’nın düşmanları kavramı, Semitik din kitabı olan Yeni Ahit ve Kuranda geçer. Maide. 33 ve Bakara. 191. Vs.

Dinlerde iyilik ve kötülük  mücadelesi başlangıcından itibaren askeri  boyutlar kazanmıştır. Dine mensup olanlar iyi, dine mensup olmayanlar kötüdür. Bu algı ilk tek Tanrılı din olan Zerdüştlüğün ana kuralıdır. Bu algı Türk mitolojik algısından diğer dinlere sirayet etmiştir. Göğün 17.katında oturan Tanrı Kayra han  iyi, Yeri ve Cehennemi yöneten Erlik Han kötüdür.

Humeyni  algısına göre, Amerika ,büyük Şeytan , batı, küçük şeytandır.  Bu ilkel şeytan algısı yayıldı. Herkes kendi dışında bir şeytan arıyor. Öyle bir şeytan var mı, yoksa şeytan bizim içimizde mi?

Seni deli eden şey, sendedir sende, demiş Yunus Emre……

Bu yazı toplam 160 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim