Bugün 12 Mart 2025 Çarşamba
  • Antalya9 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3429.685
    %-0.02
  • Dolar
    36.5914
    %0.00
  • Euro
    39.8982
    %-0.24

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

NEREYE GİDİYORUZ?

12 Şubat 2025 Çarşamba 10:30

Latince ifadesi de pek güzeldir; Quo vadis? Nereye gidiyorsun? Ve eminim ki bu ülkede yaşayan, bir miktar mürekkep yalamış ve memleketin kaderine ilgi duyan her yurttaşımız, geçen iki asırda olduğu gibi, yine aynı soruyu soruyor; nereye gidiyoruz?

Toplumların ve devletlerin hayatında büyük değişimler, mutlaka büyük olayların ertesinde gerçekleşir. Her toplumun tarihinde böyledir. Ya büyük zaferlerin, ya büyük yenilgilerin, ya iç savaşların ya da askeri darbelerin sonrasında. Örneğin bizim tarihimizdeki 1826 Yeniçeri Ocağı’nın imhası, 31 Mart Vak’ası, Balkan Savaşları yenilgisi ve 12 Eylül darbeleri bunlardandır. Bu olaylardan önceki Türkiye ile bu olaylardan sonraki Türkiye birbirinden çok farklı iki dünyadır.

 

Sosyal ve siyasal hikayemize bu çerçeveden bakıldığında da, 15 Temmuz 2016 tarihinde Gülencilerin tertiplediği darbe girişimi, hiç kuşkusuz Türkiye tarihi açısından bir kırılma noktasıdır. Bu günden bakıldığında net olarak şunu söyleyebiliriz; 15 Temmuz 2016 öncesi Türkiye ile sonrası Türkiye, birbirinden çok farklı iki “devlettir”. 15 Temmuz sonrası Türkiye yepyeni bir yola girmiştir ve halen de bu yolda yürümektedir.  

 

Peki ülkemizin 2016 yılından itibaren seçtiği bu yeni güzergahın pusulası nedir? Bu yeni yol Türkiyemizi nerelere götürecektir? Zihnimiz hep bu sorularla meşgul ve açık söyleyeyim, bu sorunun yanıtını bu ülkede kimse bilmiyor!  Ve bu nedenledir ki sadece, yanılma payını göze alarak, tahminlerde bulunabiliyoruz. Mesela ben bu yazıda tam olarak bunu yapıyorum; düne ve bu güne bakarak geleceği okumaya, anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorum.

 

15 Temmuz’dan bu günlere kadar geçen tarihi süreci soğukkanlı bir şekilde ele aldığımızda benim gördüğüm tablo şudur; Türkiye, millet iradesinin, kamuoyu etkisinin, siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin gücünü yitirdiği yeni bir döneme girmiş görünüyor. Bilindiği gibi zaten 2017 referandumu ile başkanlık (aslında tek adamlık) rejimine geçilmişti ve parlamento sadece yasa yapmaya memur bir kurumsal yapıya dönüştürülmüştü. Parlamentonun zayıflaması, doğal olarak, siyasi partilerin de etkisini kaybetmesini beraberinde getirdi. Artık toplum ne siyaset kurumuna ilgi gösteriyor, ne de siyasi partilere. “Kişiler” partilerin çok önünde olacaktır bu sistemde kaçınılmaz olarak. Örneğin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün anketlerde partisinin en az 10 puan önünde olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde CHP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlarının da, yine parti oylarına nazaran daha yüksek bir toplumsal beğeni ile karşılaştıklarını söyleyebiliyoruz. Demek ki artık bundan böyle parlamentonun ve siyasi partilerin, particiliğin, parti teşkilatçılığının itibar kaybettiği bir süreci yaşıyoruz ve yaşayacağız, birinci husus budur.

 

İkinci husus daha da vahimdir; öyle sanıyorum ki Türkiye, demokratik ve kıran kırana yarışların yapıldığı bir ülke olmaktan hızla uzaklaşıyor ve uzaklaşacak. Evet, görünürde siyasi partiler olacak, adaylar olacak, seçimler yapılacak, ama bu daha ziyade “şeklen” olacak. Seçimlere katılım oranının her seçimde daha da azalacağı, rakiplerin birbirini oyuna sokmamak veya oyundan atmak için gayret ettikleri ve kimin kazanacağının baştan belli olduğu Ortaasya tarzı bir devlet/siyaset formuna şahit olacağız.

 

“Türkiye’nin tarihi birikimi buna müsaade etmez” diyerek benim bu analizime itiraz edecek olanlara diyeceğim şudur; umarım öyledir! Umarım ben çok karamsarımdır ve bu nedenle süreci böyle yorumluyorumdur. Umarım günün sonunda ben yanılırım. Ama hem dünya genelindeki siyasi gelişmeler hem de Türkiye’nin 1980’lerden bu yana ortaya koyduğu reel-politik, söylediklerimin çok da temelsiz olmadığına işaret ediyor.

 

Türkiye, tarihinin en kırılgan dönemine doğru koşar adım gidiyor, bundan hiç kuşku duymuyorum. Peki yukarıda kısaca özetlediğim bu karamsar tablo gerçekleşebilir ve süreç kurumsallık kazanır mı? Buna tarih ve bizzat Türk halkı karar verecek. Bu milletin yakın geçmişte böyle tarihi virajlarda rasyonel davrandığı, sürpriz yaptığı ve şaşırtıcı bir feraset gösterdiğini biliyoruz. Belki de benzer bir refleksi bu zamanlarda da gösterebilir, neden olmasın?

Bu yazı toplam 430 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim