Günlerdir devam eden orman yangınları yüreğimizi yakarken, elimizde kalan sayılı güzelliklere odaklandım bir an...
Hatıra fotoğrafında saklıdır gerçekler. Kayıplar ve güzellikler… Yıllar sonra tozlu raflardan indirdiğimizde; “Nasıl geçti o güzelim yıllar” derken, bir taraftan da acımasızca geçen zaman diliminin travmalarını yaşarız.
Birer birer kaybolan güzellikler; geriye dönüp baktığımızda içimizde derin bir sızı olarak yerini alırken, nerede hata yaptığımızı, neyi ihmal ettiğimizi sorgularız zaman zaman…
Antalya denince aklımıza gelen güzelliklerde denizi, tarihi ve doğası ilk sırada gelir.
Doğasına farklı bir parantez açmak gerekirse; narenciyesi ile ün yapan bir şehir kimliğindeyken, bugün için artık aynı şeyleri söyleyemiyorum.
Bazen Antalya’nın “sayılı” doğal dokusu ile ön plana çıkan yerleşim birimlerinden Çakırlar’a gidiyorum. Doğası ve havasıyla beni olduğu kadar binlerce kişiyi kendine çeken bu yerleşim birimi bildiğiniz gibi portakal bahçeleriyle ünlü!
Çakırlar’a son gidişimde öyle manzaralarla karşılaştım ki; “Sanırım bu güzellikler de kartpostallarda kalacak?” dedim içimden.
80’li yıllarda turizm kimliğiyle yok olan Lara’daki dekarlarca portakal ağaçları geldi aklıma…
Şimdi yerinde çok katlı beton binalar olan!
Antalyalıların ilçelerdeki sayılı kalan meyve bahçelerinde ve doğal dokusunda hatıra fotoğrafı çektirmesi boşuna değil!
“Geliyorum” değil; “Geldim” diyen bir tehlikenin ayak sesleri bunlar.
Zaman acımasız ve bencilce geçiyor.
Rant olgusu; herşeyi sil baştan etmiş durumda…
Doğal doku kimin umurunda?..
Daha fazla yaşam alanı, daha fazla oksijen, daha fazla doğal doku ve tarım önceliğimiz ve kaygımız olmalı artık:..
Bu yazı toplam 520 defa okunmuştur.