Zorlu yaşam maratonunda ötelediğimiz önemli ayrıntılar var…
Azla yetinmemek, hırsın, egonun esiri olmak ve doğal olamamak…
Tüm bunların yanında kendisi ile barışık olamamak…
Ve elbette ki kendisi ile barışık olamayanın toplumla, çevresiyle ‘’barışık’’ olmasını beklemek boşuna!
Mutlaka sizlerin de dikkatinizi çekmiştir. Az üreten, hızlı tüketen ve değerlerimizi çabuk kaybeden bir toplum haline geldik…
Bir taraftan şikayet ederken, diğer taraftan savurganlıkta da sınır tanımıyoruz.
Ve maalesef çok fazla hırsın, azla yetinmemenin getirdiği sendromların acı örneklerini sıkça gördüğümüz bugünlerde olmasa da olur diyemiyoruz artık.
Mutlu olmanın, kendimizle, çevremizle barışık olmanın yolu bu terapiden geçiyor bence.
Gelir düzeylerine, yaşam standartlarının yüksekliğine bakarak özendiğimiz ülkelerin savurganlığa asla prim vermediğini, öz kaynaklarını yerinde ve zamanında kullandığını, gelir adaletine büyük önem verdiklerini görmek gerek.
Bu noktadan hareketle, daha iyi bir yaşam ve yaşam standartları hedefine sarılırken, kendi gerçeklerimizi de göz önünde bulundurma mecburiyetimiz var.
Azla yetinmeyi bir kaybediş psikolojisinden arındırarak, aksine kazanma bütünselliğine giden bir olgu olarak algılamak çok daha önemli getiriler sağlayacak bizlere…
Gelir düzeyi çok iyi olan ve lüks içinde yaşayan bir kesime özentiyi kendi doğrularımız içinde aşarak öncelikle “Olmasa da olur” terapisini bunaldığımız anlarda yaşamımıza sokabilirsek, mutlu olmayı başarabiliriz…
Ve gelelim azla yetinmemeye…
Öyle bir hale geldik ki hırs, ego, samimiyetsizlik kulvarında gezerken acı gerçekle ya bir cenaze namazını kılarken, ya da hastane odalarında yüzleşiyoruz.
Peki buna gerek var mı?
Neden öteliyoruz güzellikleri ve gerçek dostlukları?
Bu yazı toplam 894 defa okunmuştur.