Bugün 23 Kasım 2024 Cumartesi
  • Antalya20 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3005.805
    %1.82
  • Dolar
    34.5348
    %0.14
  • Euro
    36.0249
    %-0.48
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Önemsemediğimiz Tehlike: ‘Kabızlık’
21 Eylül 2021 Salı 10:48

Önemsemediğimiz Tehlike: ‘Kabızlık’

Çoğu insan tarafından önemsenmeyen hastalık olan kabızlık, kimi insanlarda yıllarca devam ederek dışkılamayı kabusa çeviriyor.

Çoğu insan tarafından önemsenmeyen hastalık olan kabızlık, kimi insanlarda yıllarca devam ederek dışkılamayı kabusa çeviriyor.

Bilim insanı Reyhan Aliusta, kronik kabızlığın sadece dışkılama zorluğu yapmadığını, bağırsak florasının bozulması nedeniyle sedef, egzama ve vitiligo gibi cilt hastalıklarına; Multiple Skleroz (MS), Otizm, Parkinson ve Alzheimer gibi beyin hastalıklarından kalp-damar hastalıklarına; bağışıklık sisteminin zayıf ve dengesiz olmasından düşük doğum yapmaya kadar birçok soruna neden olabilen çok ciddi bir sağlık sorunu olduğunu belirtti.

"Çocuk dışkılamayı olabildiğince erteliyor ve bu ertelemeler bağırsakta daha fazla su emilimi yaptığı için kabızlığın şiddetini de artırıyor"

Kronik kabızlığın erken yaşlarda çocukluktan itibaren başladığını ve tüm yaş gruplarının yaşadığı büyük bir sorun olduğunun altını çizen Aliusta, "Özellikle küçük yaşlarda olduğunda çocuklarda dışkılamanın çok zor ve acılı bir şey olduğu düşüncesini yerleştiriyor. Bu nedenle çocuk dışkılamayı olabildiğince erteliyor ve bu ertelemeler bağırsakta daha fazla su emilimi yaptığı için kabızlığın şiddetini de arttırıp bir sonraki dışkılamanın da kabız olarak gerçekleşmesini sağlıyor. Bu şekilde kabızlık birkaç ay boyunca sürdüğünde artık kronikleşip tüm hayatı boyunca birey kabız olabiliyor. Hareketsizlik, bağırsak florasının bozulması, yoğun iş veya ders temposu, stres ve çeşitli hastalıkların etkisiyle kabızlık her yaş grubunda sonradan da başlayıp birkaç ay devam ettiği taktirde yine kalıcı olabiliyor. Özellikle hareketsiz yaşam tarzı olan yaşlı bireyler kabızlık yaşamakta, üstelik bu yaş grubunun kullandıkları ilaçlar kabızlığı şiddetlendirebilmektedir. Bu nedenle, kabızlık eğer birkaç gün devam ediyorsa kabızlık tedavisi kronikleşmeden hemen başlamalıdır" ifadelerini kullandı.

"Bağışıklık sistemimizin bağırsaklarda oluşup ciltte biriken toksinlere saldırması sedef, egzama, vitiligo gibi cilt hastalıklarına neden oluyor"

Mide ve bağırsağın birbirine bağlı devamlı bir sistem olduğunu bildiren Aliusta, "En önemli sağlık sorunlarının temelini bağırsak florasının yani bağırsaktaki faydalı-zararlı mikroorganizma dengesinin bozulması oluşturuyor. Bağırsak florasının bozulması kabızlığın nedenlerinden birisi olmakla birlikte kabız olduktan sonra bağırsak florası daha da bozulmaktadır. Bu nedenle kabızlığın kronik hale gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi bağırsak florasının iyice bozulmasıdır yani bağırsaklardaki zararlı mikroorganizmaların iyice artmasıdır" açıklamasında bulundu.

Aliusta, bağırsaklarda zararlı mikroorganizmaların sayısının arttığı durumlarda yenilen gıdaların parçalayarak çeşitli tokisnler ürettiğini belirterek şunları söyledi:

"Toksinler, bağırsaklarımızdaki zararlı mikroorganizmaların çeşidi ve sayısına göre ve beslenmemize göre değişebiliyor. Bağırsaklardan salınan bu toksinler ilk olarak bağışıklık sisteminin bağırsak duvarlarına saldırması nedeniyle bağırsak geçirgenliğine neden oluyor. Daha sonra bu toksinler önce karaciğere sonra da kana geçerek kan sirkülasyonu yoluyla tüm vücudumuzu dolaşıyor. Bağırsaklarımızdaki zararlı mikroorganizmaların türü ve sayısına bağlı olarak ve beslenme şeklimize bağlı olarak değişebilen bu toksinlerden kimileri cildimizde birikirken kimileri eklemlerden beyine, damarlardan üreme organlarına kadar vücudumuzun herhangi bir yerinde birikim yapabiliyor. Daha sonra, toksin birikimi olan bölgelere oto-immün saldırı yani bağışıklık sisteminin kendi dokularına saldırması sonucu vücudumuzda birçok hastalık oluşabiliyor. Örneğin, bağışıklık sistemimizin bağırsaklarda oluşup ciltte biriken toksinlere saldırması sedef, egzama, vitiligo gibi cilt hastalıklarına neden olurken, eklemlerde biriken toksinlere saldırması romatizma ve romatoid artrit gibi eklem hastalıklarına neden oluyor."

"Kabızlık tedavisi için önerdiğimiz protokol bağırsak terapisidir"

Bağışıklık sisteminin vücudu koruyucu olduğunu söyleyen Aliusta, "Bu ordumuzun envanterinde birçok hücresel ve proteinsel silah mevcuttur ve bu silahların üretimini o an vücudumuzun karşılaştığı en büyük tehdide göre şekillendirmektedir. Bu nedenle, bağırsaklardan sürekli toksin kaçışı olduğunda bağışıklık sistemimizin bir numaralı tehdidi bu toksinler olmakta ve bu toksinleri parçalayacak silahların üretimine ağırlık vermektedir. Bu nedenle, bağırsak florası bozuk bireyler olası bir virüs veya bakteri gibi mikrop istilası durumlarında bağışıklık sistemleri bu istilaya karşı daha savunmasız olmakta ve daha kolay hastalanmaktalar hatta bu hastalıkları daha şiddetli olmaktadır. Son olarak, bağışıklık sistemi dengesizliğinin (özellikle bağışıklık sistemimizdeki yardımcı T hücrelerinden Th1-Th2 dengesizliği) hamilelerde düşük ihtimalini de arttırdığı bilinmektedir" değerlendirmesinde bulundu.

Kabızlık sorunun tedavisi için öneride bulunan Aliusta, "Kabızlık tedavisi için önerdiğimiz protokol bağırsak terapisidir. Bağırsak terapisi özet olarak bağırsaklarımızdaki zararlı mikropları gönderip oradaki faydalı yani dost bakterilerin sayısını arttırmaktır. Bunun için bir beslenme protokolü ile beraber çok etkili bir prebiyotik olan akasya gamı kullanıyoruz. Bağırsaklarımızdaki dost bakterileri besleyip sayısını arttıran gıdalara ve gıda takviyelerine prebiyotik denir. Akasya gamı da çok etkili bir prebiyotiktir. Prebiyotikler, özel formüllerinden dolayı midede önemli bir sindirime uğramadan ince ve sonrasında da kalın bağırsaklara ulaşırlar. Bağırsaklarımızda zararlı ve dost bakteriler karışık halde bulunmaktadır. Prebiyotikler bağırsaklara ulaştıklarında bağırsaklarımızda fermentasyon denilen bir sürece uğrayıp kısa zincirli asitlere dönüşürler. Bağırsaklarımızda asit oluşumu bağırsak pH değerimizi kısa süreliğine düşürür. Bağırsaklarımızdaki Laktobasillus gibi faydalı bakteriler daha bebeklikte anne sütünden laktik asit üretme özelliğine sahiptirler. Yani bu faydalı bakteriler zaten ara sıra kendileri de asit ürettikleri için prebiyotiklerin fermentasyonundan oluşan asitlere dirençlilerdir. Zararlı bakteriler ise prebiyotiklerden gelen asitlere ve pH düşününe dirençli değillerdir. Bu nedenle, prebiyotik tüketimi bağırsaklarımızda kısa bir süreliğine de olsa pH düşüşü sağlayıp bu düşük pH değerindeki ortama zararlı bakterilerin uyum sağlayamamasına neden olur. Böylece zararlı bakteriler uyum sağlayamayıp dışkı yoluyla atılırken faydalı bakteriler uyum sağlayıp bağırsaklarımıza tutunur. Böylece, bağırsaklarımızdaki faydalı bakterilerin sayısı artarken zararlı bakterilerin sayısı azalmış olur" şeklinde konuştu.

"Kabız olan danışanlarımıza ilk önce günde 2 defa yani sabah ve akşam birer ölçek prebiyotik takviyelerimizden içiriyoruz"

Devitale S Plus isimli ürünün esas olarak en yüksek miktarda akasya gamı içerdiği bilgisini veren Aliusta, "Akasya gamı, akasya ağacının reçinesinden elde edilen doğal bir üründür. Ürünümüz ayrıca bağışıklık sistemimiz için faydalı olan C vitamini ve az miktarda L-karnitin de içermektedir" dedi.

Bağırsak terapisini kabız hastalarında nasıl uygulandığını anlatan Aliusta şunları söyledi:

"Kabız olan danışanlarımıza ilk önce günde 2 defa yani sabah ve akşam birer ölçek prebiyotik takviyelerimizden içiriyoruz. Kabızlığın çok şiddetli olması durumunda sıcak suya koyarak içiriyoruz. Zaten birkaç gün içerisinde kabızlık çözülüp hatta isale dönüşebiliyor. İsale dönüştüğü noktada artık günde bir ölçek akşamları uygulayarak devam ediyoruz. Daha sonra yavaş yavaş iki günde bir ölçeğe düşürüyoruz. Günde bir ölçek kullanıldığı durumda prebiyotiklerimiz bir ay yeterken iki günde bir ölçek uygulama durumumuzda bir kutu prebiyotik iki ay yetebiliyor. Ayrıca, prebiyotik uygulamamızın yanında danışanımızı glüten ve hazır gıda içermeyen bir diyet ile de destekliyoruz."

"Ürünümüz glüten ve hayvansal bileşen içermez" diyen Aliusta, "Bu bileşenleri içermediğini ispat eden bağımsız laboratuvarlardan aldığımız analiz raporları da mevcuttur. Yani hayvansal ürün tüketmek istemeyen danışanlarımız ve ayrıca glüten alerjisi olan danışanlarımız da ürünümüzü gönül rahatlığıyla kullanabilirler" ifadelerine yer verdi.

Antalya Son Haber

Bu haber toplam 2498 defa okunmuştur
DİĞER HABER BAŞLIKLARI
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim