Antalya’yı son 35-40 yılda o kadar çok betonlaştırdık ki, o hızla ağaçlandırma seferberliği başlatmamız kaçınılmaz bir gerçek…
80’li yıllarda Antalya bir turizm şehri değildi…
80’li yılların sonuna doğru yeni yeni oteller yapılırken, özellikle deniz kenarına yakın yerleşim birimlerinde de tarımdan turizme doğru küçük ölçekli eğilimler olmaya başladı.
90’lı yıllarla birlikte artık turizm sektörü şekillenmeye ve hızla hareketlenmeye başladı.
Bu yönelimle birlikte tarım alanları imara açılmaya, narenciye bahçeleri yapılaşmaya açılmaya başladı.
İşte tam da bu noktada narenciye şehri Antalya, ‘’Betonkent’’ diye anılmaya başladı.
Oysa çok değil 30 yıl öncesinde Antalya’yı tanımlarken ‘’Narenciye bahçeleriyle iç içe olan bir şehir’’ tanımlaması yapılıyordu…
Özellikle bugün beton bloklarla donatılmış yüksek binalar olmadan önce Muratpaşa Lara bölgesinin her alanı portakal ve narenciye ağaçları ile doluydu.
Burhanettin Onat, Yeşilbahçe, Fener, Güzeloba ve Barınaklar gibi yerleşim alanlarında yeşil dokudan mis gibi portakal kokusu geliyordu.
Turizmdeki çok katlı yapılaşma eğilimi sonrası portakal ağaçlarının yerini beton bloklar aldı!
Ve bugün geldiğimiz noktada sınırlı sayıda cadde ve sokakta kaldırımlara dikilen sembolik ağaçlar sayesinde portakal çiçeğinden gelen kokuyu anımsayabiliyoruz!
Deyim yerindeyse; hızla betonlaşan Antalya’da narenciye bahçelerinin sökülerek imara açılması, yerine yeni konutlar yapılması şehrin sembollerinden portakala özlemi arttırırken özellikle Yeşilbahçe, Burhanettin Onat. Zerdalilik, Çağlayan ve Fener mahallelerindeki kaldırımlara dikilen portakal ağaçları vatandaşlara adeta “teselli” oluyor.
Kent merkezindeki işlek noktalarda ağaçlandırma seferberliğinin başlatılması, portakal ağaçları dikilerek kaybolan güzelliklerin yeniden yaşatılması gerekiyor…
Hem de acilen…
Bu konuda yerel belediyecilere büyük görev düşüyor. Antalya’yı betonkent imajından kurtarmak gerekiyor.
Çünkü Antalya yeşil dokusuyla güzel…
Bu yazı toplam 436 defa okunmuştur.