Bugün 19 Şubat 2025 Çarşamba
  • Antalya11 °C
  • IMKB

    %
  • Altın
    3419.377
    %-0.06
  • Dolar
    36.2884
    %0.06
  • Euro
    37.8595
    %-0.16

Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Eşref Ural / Journal - Konuk Yazar

CHP VE AK PARTİ ARASINDA TÜRKİYE

16 Şubat 2025 Pazar 13:15

Ta 1980’li yıllarda devletin şöyle bir fikri olduğunu duyardık; “bu ülkede fazla siyasi partiye ihtiyaç yok, sağı ve solu temsil eden iki ana parti olsun, bir tarafı CHP temsil etsin, diğer tarafı da o dönemde sağda güçlü parti kimse, o temsil etsin. Tıpkı ABD demokrasisinde olduğu gibi. Hele bir de başkanlık sistemine geçilebilirse, o he âlâ, kaymaklı kadayıf, tadından yenmez, sistem bu şekilde yürür gider”.

 

12 Eylül sonrası Türkiye’yi biçimlendirmeye çalışan siyasi/bürokratik elitin hayali bu idi. Ancak, Kürtçü  siyasi hareketin sahneye çıkması bu projenin hayata geçmesini zora soktu. Sora soktu, çünkü Kürtçü  siyaset güçlendikçe, hem Türk milliyetçiliği üzerine siyaset yapan partiler etkili olmaya başladı, hem de İslamcı partiler. 1990’lı yıllara geldiğimizde ülkemizin siyaset sosyolojisi “mühendislerin” kafasındaki modelin hayata geçmesini zorlaştırıyordu, nihayetinde o süreçte bu projeyi buzdolabına kaldırmayı tercih ettiler.

 

Ama elbette vazgeçmiş değillerdi, sadece “buzdolabına” kaldırdılar. Nihayet Ak Parti dönemi başlayınca, buzdolabından çıkarttılar ve tartışılmak üzere dolaşıma soktular. Ama bu projenin hayata geçmesi için parlamenter sistemden vaz geçilmesi ve tıpkı Amerika’da olduğu gibi başkanlık rejimine geçilmesi gerekiyordu.

 

Nihayet 12 Eylül 2010 referandumundan sonra “düğmeye” basıldı. Türkiye iki partili bir sisteme hazırlanıyordu. O günlere kadar daha mutedil bir üslup üzere yürüyen siyaset dili, yavaş yavaş sertleşmeye başladı. Kavganın taraflarından birisi elbette başbakan Erdoğan’dı. Her meydan mitinginde, her halkla buluşmada, yakaladığı her fırsatta lafı döndürüp dolaştırıp “CaHaPe zihniyetine” getiriyor, CaHaPe zihniyetinin ne melun, ne berbat, ne zararlı bir şey olduğunu “hatırlatıyordu”.

 

Erdoğan bu şekilde konuşur da karşı blokun sözcüsü olarak CHP lideri Kılıçdaroğlu geri kalır mı? Onun da süreç içerisinde üslubu sertleşti, ağzı bozulmaya başladı. Parti mitinglerinde ve toplantılarda Erdoğan’a oldukça ağır sıfatlarla saldırıyor, Başbakan Erdoğan’a “senin dişlerini sökeceğim” diye sesleniyor, “AKaPe zihniyetinin” memleketi batırdığını, bitirdiğini bağıra bağıra tekrarlıyordu.

 

Aslında bu fotoğrafa bakınca işin esasını görmek pek de zor değildi; Erdoğan “CaHaPe zihniyeti” dedikçe, başta CHP’li seçmen kitleleri olmak üzere Atatürk’ü seven ve biraz daha seküler yaşam biçimine meyyal kitleler CHP çatısı altında toplanmaya; Kılıçdaroğlu “AKaPe karanlığına” saldırdıkça da muhafazakar, dindar ve Anadolu milliyetçisi olarak kendisini tanımlayan seçmen kitleleri de Ak Parti’de konsolide olmaya başlıyorlardı.

 

Evvelâ 2016 yılından itibaren Ak Parti ve MHP “Cumhur İttifakı” olarak birleşti, bütünleşti. O kadar ki, Ak Partili seçmen partisine kızdığında MHP’ye, MHP’li seçmen partisine kırıldığında da Ak Parti’ye oy vermeye başlamıştı. Aynı şekilde; geçmişte CHP’ye muhalefet etmiş ama seküler/demokrat bir duruş üzere siyaset yapmış merkez sağdaki kadrolar ve gruplar, sessiz sedasız CHP çatısı altında toplanmaya başladılar. Demokrat Parti/Adalet Partisi’nin şehirli kesimleri ve nihayetinde İyi Parti’nin ciddi bir kesimi, son yıllarda büyük oranda CHP içinde kalma ve orada erime yolunu seçtiler. Bu tabloya son seçimlerde HDP seçmeni de eklendi. Hem cumhurbaşkanlığı hem de yerel seçimlerde CHP adaylarını desteklemekte tereddüt etmediler.

 

Şu halde, bu günkü siyasi tabloya baktığımızda, Türk siyasi/bürokratik elitinin 1980’lerden beri hayali olan “ikili siyasi sisteme” önemli oranda geçilmiş gibi görünmektedir. Yani, rakiplerin kendi üsluplarıyla söyleyecek olursam, Türkiye siyaseti “AKaPe zihniyeti” ile CaHaPe zihniyeti” arasında sıkıştırılmış, belki de hapsedilmiş durumdadır. Ve hiç kuşku yok ki geldiğimiz bu nokta “siyaset mühendisleri” açısından büyük bir başarısıdır.

 

Tam da bu noktada şöyle bir soru formüle etmek durumundayız; peki Türkiye’nin siyaset sosyolojisi bu şekil bir mühendislik çalışmasına cevaz verir mi ve bu iki parti bu ağır yükü/misyonu taşıyabilirler mi? Bu sual sorulmayı ve soğukkanlı bir şekilde tartışılmayı hak ediyor.

Bu yazı toplam 365 defa okunmuştur.
SPOR
Tüm Hakları Saklıdır © 1983 Antalya Son Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 242 311 76 60 0 242 311 76 61 | Faks : 0 242 311 46 64 | Haber Yazılımı: CM Bilişim